Bazı yaralar derin bir kuyu gibidir, düştükçe düşersin, düşüş halinin devamlılığı kuyuyu tarif etmeni de engeller. Tarif edemediğin, anlam veremediğin her şey gibi YARALAR’da gözünde büyüdükçe büyür. Çünkü tarif etmek bir nevi sınırları tayin etmektir. Tarif edilemeyen yaraların, sınırsız acılara sebebiyet vermesi de bundandır.
Sahi Ne Olabilir Tarifsiz, Sınırsız Acılar?
İnsan kadar bir ötekine muhtaç pek canlı olmadığına göre; adam yerine konulmamak tarifsiz bir acı olabilir elbette. Sevildiğini hissedememek, bir türlü güvenememek, bir yere ait olamamak daha çocukken ruhumuza nakşedilen acılardır.
Birde her şey yolunda giderken ruhumuzu allak bullak eden acılar vardır. Çok sevdiğimiz birinin ani kaybı, bir uzvumuzu, organımızı kaybetmek, tacize, tecavüze uğramak, ciddi kazalar yaşamak da acılarımızı sözsüz, dilsiz, tarifsiz kılabilir.
Derin Acılar Neden Dilsizdir?
Özellikle çocukluk döneminde içselleştirilen (ait olma, sevilme, güven…)şeyler bilincin örtük/gizli/bilinçdışı alanlarına kaydedilir. Araştırmalar bağlanma stillerinin (güvenli-güvensiz) yaşamın ilk yılında oluştuğunu göstermektedir. Eee oluşuyorsa ne olmuş diyorsanız? Dil yani başımıza gelenleri anlatabilme kabiliyetimiz 2 yaş civarında gelişmeye başlar ve kişilik dediğimiz şeyin temeli dil gelişmeden atılmaktadır maalesef.
O sebeple nedenini bilmediğimiz; sevilmeme, ait olamama ve bir türlü güven duyamama durumları çocukluktan kalan dilsiz acılarımızdır.
Sessiz, sözsüz, dilsiz başka acılar da vardır maalesef. Taciz, tecavüz, kazalar, kayıp, savaş… gibi travmalar da beynimizin kendimizi ifade etmeye yarayan, konuşmadan sorumlu Broca alanının baskılanmasına ve başımıza geleni tarif etmemizin zorlaşmasına neden olur. Tarif edemediğimiz yara acılarımızı derinleştirir.
Seneca, neredeyse 2000 yıl önce bu nörolojik gerçekleri görmüş gibi; ‘’Hafif acılar konuşabilir ama derin acılar dilsizdir’’ demeyi akletmiştir.
Hep Acıyacak mı?
İster çocukluğumuzdan, isterse de travmalarımızdan yadigâr olsun yaralarımız hep acımak zorunda değildir. Neredeyse tamamen alıcı bir konumda olduğumuz, çocukluk döneminde içselleştirdiğimiz olumsuz inançlarımızı psikoterapi sayesinde fark edip, test etme imkânına kavuşabiliriz. (O küçük çocuk için dünya pek güvenli bir yer değildi, acaba yetişkin ben için de öyle olmak zorunda mı?)
Travmatik olaylarla sarsılan temel güven duygusu, terapist ile danışan arasında gelişen terapötik ittifak (güvene dayalı diyalog) sayesinde tekrardan inşa edilebilir.
Sağlıcakla kalın…
Uzman Klinik Psikolog (Samsun Psikolog)