Erkeklerin duygu durum bozuklukları, kaygı bozuklukları ya da ilişki sorunlarından dolayı psikoterapi’ye gelmeleri pek rastlanır bir durum olmasa da cinsel hayatları istedikleri gibi gitmediğinde tabir-i caizse penisleri işe yaramadığında psikoterapi’ye başvurmaları sık rastlanan bir durumdur.
Kadınlar ise ne hikmetse depresyonda olduklarında, kendilerini bir müddet gergin hissettiklerinde, ilişkilerinde, evliliklerinde bir sorunla karşılaştıklarında ya da çocuklarının bir problemi olduğunda psikoterapi’ye gelirken konu cinsellik, cinsel isteksizlik olduğunda erkekler kadar sık psikoterapi’ye yönelmemektedirler.
Erkekler için cinsellik çok nadiren sadece cinselliktir. Cinsellik, yoğun anlamlar yüklü bir deneyim, arka planında koca bir maziyi barındıran bir varoluş şeklidir. Bazı erkekler seksi bastırılmış duygularını dışa vurmak, kontrol edemedikleri dürtülerini boşaltmak için kullanırken bazı erkekler de mazide kalmış travmalarının üstesinden gelmek için seksi kullanabiliyorlar. Ayrıca bir güç gösterisi, özgüven tamiri için başvurulan kısa süreli bir deneyim ya da onaylanma, şefkat, sevme ve sevilme gibi ihtiyaçlarını karşılamak için seks yapabiliyorlar.
Genellikle insanlar kendilerini yöneten dürtülerin, bilinçdışı süreçlerin ve ihtiyaçlarının farkında olmadığı için takıntılı bir şekilde cinsel ilişkiye girmekte ya da bilinçli ve bilinçsiz korkularından dolayı cinsel ilişkiden kaçabilmektedirler. Kadın, erkek fark etmeden insanoğlunun kişilik gelişiminin; tercihlerini, ilişki kurma biçimini ve yaşam stilini belirlediği bir gerçektir. Bundan dolayı bir kadının, güzel ve çekici olması, eşini seviyor olması cinsel hayatlarının da her zaman istedikleri gibi gideceği anlamına gelmez. Çünkü yazının başında belirttiğim gibi; cinsellik sadece cinsellik değildir. Bunun içindir ki; ’’ insanların cinsel hayatlarındaki sorunlarını sadece bir organın işleyişine bağlamamaları ve o organa sahip olan insanın kişiliğini göz önüne almaları gerekmektedir.’’
Bir kişinin sevebilmesi, âşık olabilmesi için sevilebilir olduğuna inanması, kendini sevmesi (kastedilen narsisistik öz sevi yani kişinin bozuk plak gibi kendine takılıp kalması değil, kendini olduğu gibi kabullenebilmesidir) gerekmektedir. Bir insanın sevilebilir olduğuna inanmasının ön koşulu ise annesiyle çocukken kurduğu ilişkinin niteliğine bağlıdır. Bir erkek, çocukluk çağında annesini ilgisiz, zalim, ulaşılmaz olarak algıladığında yapacağı çıkarım; ilgiyi, şefkati ve yakınlığı hak etmediği yönünde olabilir. Dolayısıyla paragrafın başında da belirttiğim gibi birini sevebilmenin ön koşulu olan sevilebilir olduğuna inanmak erken çocukluk döneminde deneyimlenen ve içselleştirilen bir durumdur. Annesiyle kurduğu ilişkide böyle bir hissi deneyimlemeyen insanların sevme yetileri fazla gelişmemiş olabilir ya da sevgi diye tarif ettikleri şeyler sevginin dışında anlamlar da içerebilir.
Konu erkek cinselliği olduğu için erkeklerin kişilik gelişimlerinin cinsel eylemlerini, fantezilerini nasıl şekillendirdiğine ve bunun sonucunda sekse atfettikleri anlamların neleri içerdiğine bakmak daha yararlı olabilir kanısındayım. Kişilik gelişiminin mihenk taşlarını; erken çocukluk-preödipal (0-3 yaş), çocukluk-ödipal (3-5 yaş) ve ergenlik dönemi olarak düşünürsek bu dönemlerin her biri kişiliğimizin şekillenmesinde ve cinselliği algılayışımızda önemli etkilere sahiptir diyebiliriz.
Erken çocukluk dönemini, dünyayı algılayış biçimimiz olan kişiliğimizin temellerinin atıldığı, bakım veren kişiyle (anne ya da çocuğun bakımını üstlenen kişi…) kurduğumuz ilişkinin kendimizi sevilen ya da sevilmeyen ve dünyayı da güvenli ya da güvensiz olarak kabullenmemizdeki etkinin büyük olduğu bir zaman dilimidir. Bu dönemdeki ihtiyaçları annesi tarafından yerinde ve yeterince karşılanmayan çocukların kendilerini sevilebilir hissetmesi ve dünyanın ve insanların da güvenilebilir olduğuna inanması zordur. İlişkisel Psikanaliz, Nesne İlişkileri Kuramı ve Şema Terapi gibi kişilik bozukluklarıyla çalışan psikoterapi ekollerinin ortak görüşü; erken çocukluk döneminde (0-3 yaş) yerinde ve yeterinde ilgi ve bakım görmeyen, travmatize olmuş çocukların kişilik bozukluğu geliştirebilecekleri yönündedir.
Narsizm ve Cinsellik
Narsist bir kişinin, kimliği ve kişiliği işgal edilmiş, olduğu gibi olmasına izin verilmemiş ya da bir proje çocuk olarak yetiştirilmiş (bir amaca hizmet eden) olma olasılığı çok yüksektir. Hayatı böyle şekillenen birinin hayatındakileri de böyle şekillendirmeye çalışması doğal olsa gerek. İşgal ederek, yok sayarak ve kafasındaki gibi bir eş, sevgili olmaya zorlayarak. Narsist bir erkek kendini güçlü hissetmediği bir ilişkide cinsellikten kaçabilir, cinsel isteksizlik ya da erken boşalma gibi cinsel fonksiyon bozukluklarından muzdarip olabilir. Ayrıca iş hayatında kötü günler geçiren ve bu sebeple narsisistik kırılma/incinme yaşamış bir bireyde partnerinden bağımsız olarak özel hayatında sorunlar yaşayabilir. Altta yatan sebep ise kendini güçsüz, değersiz ve yetersiz hissetmesidir. Bu sebeple kendini yetersiz hissettiren sevgililerden uzak durabilir, ya da böyle olan eşlerini kırılmış olan onurlarını tamir edebilmek için aldatabilirler. Sebebi ise hissettikleri ağır değersizlik ve yetersizlik duygusundan kaçma isteğidir.
Borderline Kişilik Bozukluğu ve Cinsellik
Borderline bir kişi ise erken çocukluk (0-3 yaş) ve özellikle (18-36 ay Ayrılma-Bireyleşme) döneminde ayrılmasına ve birey olmasına izin verilmemiş, her bireyselleşme çabası duygusal ve fiziksel olarak cezalandırılmış ve sevgi ihtiyacı kişiliğinden vazgeçtiğinde, annesine (bugün ise sevgililerine) yapışıp kaldığında karşılanmış kişilerde görülme olasılığı yüksek olan bir durumdur. Borderline birinin cinselliğe bakışı ise ihtiyaç duyduğu sevgiyi ve bağlantıyı elde edip edememesine göre değişebilir. Sevgi ve bağlantı kurma ihtiyacı karşılandığında herhangi bir cinsel sorun yaşama ihtimali düşük iken terk edildiğinde ya da eşini, sevgilisini kaybettiğinde eyleme vurma diye tabir edilen bir savunma mekanizmasını kullanabilir. Borderline kişilik bozukluğunda terk edilmek ya da sevdiği kişiyi kaybetmek neredeyse ölümle eşdeğer bir acıya neden olabilir. Bu acıdan kurtulmak isteyen kişiler eyleme vurarak kontrolsüz cinsel ilişkiler yaşayabilir, hızlı araç kullanabilir ya da takıntılı bir şekilde alışveriş yapabilirler. Borderline kişiler sevdikleri insan hayatlarındayken sadık, cinsel olarak aktif ve mutludurlar, sorun sevdiği kişinin yokluğuna, ilgisizliğine dayanamamakla ilintilidir.
The Madonna, Madonna Sendromu (Bakire-Fahişe Sendromu)
Kişilik gelişiminin ikinci dönemi olarak ifade edebileceğimiz Ödipal (Fallik) Dönem insanların dünyayı ve kendilerini algılayış biçimlerine en az ilk çocukluk dönemi (preödipal dönem) kadar etki etmektedir. 3 yaşından itibaren çocuklar cinsiyetlerinin farkına varmaktadırlar. Çevrelerini gözlemlediklerinde her erkeğin bir tane kadını olduğunu fark eden erkek çocuk doğal olarak ilk sevgi nesnesi olan anneye yönelmekte ve onun sadece kendisine ait olmasını istemektedir. Bu dönemin bir özelliği olan psikanalizde ‘’majik düşünce’’, bilişsel psikoloji de ise ‘’benmerkezci düşünce’’ diye tabir edilen düşünme şekli (çocuk bu dönemde aklından geçenleri herkesin okuyabileceğine inanır ve çocuklar için bu dönemde düşünmek, yapmak ile eş anlamlıdır) çocukların korkularını tetiklemekte ve düşüncelerinden ötürü korkmalarına neden olabilmektedir. Mesela; ‘’anne, babaya aittir ve anneye karşı duyulan istek baba tarafından fark edilecek ve cezalandırılacağım’’ korkusu buna bir örnek olabilir. Ayrıca cinselliğin yok sayıldığı, kötü, pis addedildiği ailelerde de cinsel kimliğin gelişmeye başladığı bir dönemde çocuklar olumsuz etkilenebilmektedir. Cinsellik kötü kadınların (Madonna/Orospu) yaptığı bir şeydir ve çocuk anne babası arasında böyle bir ilişkinin olmadığına inanarak annesini (The Madonna/Bakire) melekleştirebilir.
Bu dönemdeki önemli bir figür de şüphesiz babadır. Bu dönemin sağlıklı atlatılabilmesinin şartı şefkatli, sınır koyabilen ve özdeşim kurulabilecek bir babaya sahip olmaktır. Aksi takdirde soğuk, mesafeli, cezalandıran ve otoriter babalar çocukların korkularını arttırarak kendilerini suçlu hissetmelerine neden olabilmektedir. Bu dönemde babalarıyla sağlıklı özdeşim kuramayan çocukları ileride bir takım cinsel sorunlar beklemektedir. Bu dönemde babayla özdeşim kuramayan çocuklar annelerine çok düşkün olurlar ve babalarını pek sevmezler, sürekli onlarla rekabet halindedirler. Evlendiklerinde eşlerini sürekli anneleriyle kıyaslarlar. Anneleri gibi biriyle evlenmek isterler ama evliliklerinde cinsellik ikinci plandadır çünkü eşleri annelerini temsil etmekte olduğu için cinsellik için ihtiyaç duyulan şehvet duygusunun yerini sevgi alır. Böyle erkeklerden tıpkı annem gibi biriyle evliyim sözünü sık duyarız. Özellikle eşleri doğum yaptığında eşlerine karşı hissettikleri cinsel duygular bazı durumlarda tamamen ortadan kalkabilir. Çünkü o artık anne olmuştur ve kutsaldır, onunla cinsellik yaşanamaz. Bu gibi durumlarda erkeklerde erken boşalma, ereksiyon olamama ve cinsel isteksizlik baş gösterebilir. Bilinçdışı bir şekilde eşiyle annesini bir tutan (The Madonna) erkekler eşleriyle cinsel hayatlarında sorun yaşarken diğer kadınlarla (Madonna) sorun yaşamazlar ve bu durum gizli bir sevgili ya da hayat kadınlarıyla cinsel arzularını tatmin etmelerine neden olabilir. Ödipal dönemde sorun yaşamış erkeklerde görülen diğer bir sorun ise bilinçdışı rekabet (babayla) duygularından ötürü evli kadınlarla cinsel ilişki yaşamayı istemelerine neden olabilmektedir.
Ergenlik, İlk Deneyim ve Performans Kaygısı
Travmatik hadiseleri katmazsak ilk cinsel deneyimler ergenlik çağında yaşanılır. Bu dönemde öğrenilen cinsel mitler ya da talihsiz deneyimler cinsel sorunlara neden olabilmektedir. İlk deneyimini hayat kadınıyla yapan ergenlerin bir kısmı travmatize olmakta, özgüvenlerini yitirebilmektedir. Ayrıca ilk gece korkusu da cinsel sorunlara, korkulara neden olabilmektedir. Evlendiğinde ilk gece gerek olumsuz çocukluk yaşantıları, gerekse yanlış inançlar ve heyecan sonucunda birçok insan performans kaygısına kapılabilmektedir. Bu durum kadınlarda kendini, vajinusmus olarak gösterirken erkeklerde ise; erken boşalma ve ereksiyon problemleri ile göstermektedir.
Velhasıl-ı kelam maalesef çoğumuz ne istediğimizi bilmiyoruz, nedeni ise neye ihtiyacımız olduğunu, neyin açlığını çektiğimizi tam olarak fark edemememiz. Sıklıkla ifade edemediğimiz, belki de bilincinde dahi olmadığımız, tanımlayamadığımız bir şeyin özlemini çekiyoruz. Bir takım güçlü duygular hissediyoruz ve bu duyguların girdabında, fazla düşünmeden takıntılı bir şekilde davranışlar (cinsellik, alışveriş…) sergiliyoruz. Zor olsa da böyle güçlü duyguların etkisi altına girdiğimizde kendimize; ‘’Ben gerçekten ne istiyorum? ve Şuan ki asıl ihtiyacım ne ve beni ne yapmaya zorluyor?’’ sorularını sorup üzerine düşünmeliyiz.
Adını koyamadığınız bir sebepten, kendinizi güçsüz, yetersiz hissetmenizden ya da talihsiz deneyimlerinizden dolayı kendinize ve ilişkilerinize zarar verdiğinizi düşünüyorsanız, bir psikoterapistten yardım alabilirsiniz.
Sağlıcakla kalın…
Hasan DURAN
Uzman Klinik Psikolog (Samsun Psikolog)